Ev'ler Gider Anı'ları Kalır

Bu aralar hiç birşeye elim gitmiyor.
Yorgunum ama keyifsiz değilim.
Çocukların enerjisi, birtakım yolunda gitmeyen işler, yolunda gidiyormuş gibi davranan ve görmemezlikten gelen insanlar vesaire..
Hobilerimsiz yarım hissediyorum kendimi. Hepsi bir kartonda, kuru,karanlık bir depoda öylece bekliyorlar. Hobisiz yaşam çok zormuş. Merak ediyorum, öyle yaşayan var mı? Kuru  kuru işe giden, gelen, belki biraz ailesine zaman ayıran, sonra ekran önünde vaktini geçiren.. Bana nefes almadan yaşamak gibi geliyor..
Bu sıkıntı mutlak kışa kadar sürer.. Oturup ağlamak sızlanmak yok bizde.
Çok şükür sağlıklıyız, keyfimiz paslanmaz demir gibi.
Napıyım bari bende oturup aklıma gelen anılarımı, günlüğümü yazayım istedim.
Yazmak da bir nevi hobi..

Geçtiğimiz Cumartesi en yakın kız arkadaşımla sinemaya gittik. Film yorumumu başka bir yazıya saklayacağım, çünkü buna değer.
Saat 19'da sinemaya vardığımızda çoğu film başlamıştı bile :/ Bizde sekizde başlayacak biraz oyalanırız diye erken buluştuk güya.  Gerçi film önemsizdi maksat beraber dışarı çıkmak, gülmek eğlenmek di. İyi de yapmışız. Çok iyi geldi.
Çocuklardan dolayı büyük bir arabam var ve bizim buralarda anahtarı verip 'al kardeşim park et' diye birşey olmadığından arabayı evde bıraktım. Daha doğrusu eşim beni bıraktı, dönüşüm metroyla olacaktı. Şehir merkezinde ki otoparklar daracık. Ben eğlenmeye gidiyorum birde arabayı :'.. yok giremedim, yok çıkamadım, dönemedim, park yok napcan lan ben bu arabayı?'!', derdini çekmiyim dedim.
İyi de yapmışım.

Biz zaten dna'mız gülmeye kodlanmış iki kadın filmde gülecek çok sahne ve replik bulduk. Saat 20:15'de 'portakalı soydum' tarzı seçtiğimiz filme girdik. Öncesinden bir şeyler atıştırdık.
Film sonrası biraz daha sinemanın olduğu alandaki suni göl'ün etrafında dolaştık. Hava miss gibi her taraf cıvıl cıvıl insan kaynıyor. Kimse gecenin körü demiyor.
Eve varmak için önce metroya binip bir durak gittim. Sonra bir kat yukarı çıkıp diğer metroyu bekledim. Oradan bir metro on durak daha derken yukarı çıkıp , ehliyet almakta direnen yol uzmanı arkadaşımın da tarifiyle otobüs durağına geldim. Yanımdaki bir genç erkek, iki genç kıza çakmak sonrada yaşlarını sordu. Biri on yedi, biri onsekiz. (Sizin bu saatte ne  işiniz var dışarıda?! dedi içimdeki anne..) Sakalını sıvazlayıp 'oo sizin abiniz sayılırım kızlar', dedi. Kıkardayan kızlar yaşını sorunca 'çook yaşlıyım çok' diye tekrarladı, uzaklara dalmış gibi yaparak. Güya şu eski sigara reklamında ki adam gibi havalı bir duruş sergileyecek. Sonra kızlar üstelemeyince, (çocuğun havasından etkilenmiş olmalılar) çocuk kendiliğinden 'yirmi üç yaşındayım ' dedi. Ne?! dedim içimden.
Ulan kardeşim senden üç yaş büyük ben otuzu bir elin parmağı kadar neredeyse geçmişim, ne yaşlısı?! diye zıplayacaktım üzerine ama yapmadım tabii.
Neyse bunlar biraz daha flört ederek başka semte giden bir otobüse bindiler. Bense yıllardır tek başına, bu saatte, arabasız dışarıda olmamıştım. Eşsiz, çocuksuz kendimi çıplakmış gibi hissettim çok tuhaf gerçekten.
Önümden üstü açık, üstü kapalı camı açık içinden farklı farklı müzikler çalan arabalar geçti.
Oy biri vardı ki, dersin intihar etmeye gidiyor bu. Sonra bangır bangır, elektro, tekno, reaggy ne ararsan vardı. Onların ruh halini ve bu geceyi nasıl umduklarını düşündüm.
Cadde tam boşaldı derken, bir tanesinin camı açık duraktan üç dört metre ileride ki kırmızı lambada durdu. İçinden herhangi bir ses gelmiyordu derken, çook eksilerden bir şarkı çalmaya başladı. Bu benim çok sevdiğim fakat annemlerinde belki çocukluğundan kalma şarkı beni doksanlı yıllara çocukluğuma götürdü.
Evimiz üç odalı, odaların tavan boyu 3,60 santim ve mutfağı diğer odalar kadar geniş. Genelde mutfakta oturur, orada yer, günün büyük bir bölümünü orada yaşardık..
Tüm duyguların en ilkini ve en yoğununu orada duymuş ve orada hissetmiştik. Yıllar insana bazı nesnelerin de ne kadar kıymetli olabileceğini gösteriyor.
Anneme sorsan o evi sevmez, kardeşime sorsan hatırlamaz ama ben çok özlüyorum o evi..
Bugün dahi kendimi kötü hissettiğimde sığındığım o ev, evim huzur veriyor bana..
Hiç unutmuyorum, okulun kapanmasına iki hafta vardı ve havalar yaza doğru akan bir bahar havası tadındaydı. Mutfağın camı açıktı. İçeriye güneşin ışıkları yuvarlak toz bulutlarının arasından yayılıyordu. Annemler halamlara gitmişlerdi. Bense yalnızlığın keyfini çıkarıyordum. Ve hiç unutmuyorum o günlerde zevk aldığım bulaşık yıkama işiyle meşguldüm. (İnanılır gibi değil. Ne saçma bir zevk bu!?) Yukarıdan usul usul bir gitar sesi duyulmaya başladı, sonra kadife gibi bir ses geldi ardından. Bu hiç duymadığım iki uyum müziğin mükemmeliğini anlatır gibiydi. Bulaşıkları bırakıp elimi pantolunuma silerek yavaş yavaş balkona doğru yürüdüğümü hatırlıyorum. Tozbulutun içinden saçılan güneş ışıklarına dolanmış melodi yavaş yavaş içime akıyordu. Bir müzikle bu kadar mest oldun mu diye sorsalar yıllar sonra yine bu andan ve bu şarkıdan bahsedecektim her zaman.
Gözlerimi güneş ışık ve melodiyle sarmalanmış toz bulutunun içine doladım. O üçlü bir arada dans ettik..
Müzik bitince koşar adımlarla evden çıkıp üst komşuya çıktım. Şansıma müzik ilk kapısını çaldığım komşunun evinden geliyordu. Yetmişli yılların hippilerini andıran, ince ve kısa boylu, yirmili yaşların ortasında tahmin ettiğim komşum şaşkınlıkla bana baktı. Koca mavi gözleriyle gülümseyip bana şarkıyı kasete kopyalayıp vereceğini söyledi. Sarı saçlarına taktığı beyaz tokaları bile anılarımda capcanlı duruyor..
Hayat o zaman da engebeliydi.
Büyüklerin bize yansıyan yolunda gitmeyen sorunları vardı. Ama ben sırf kendime ait olan hayatın değil, dünyanın da mutlu bir yer olduğuna inanıyordum. Huzuru yanımda, içimde taşıdığım
sürece gittiğim her yerde, karşılaştığım herşeyde,
devrildiğim her anın sonrasında huzurumdan ve mutluluğumdan tutunup
ayağa kalkabilecektim.
Öyle de oldu.
Gittiğim neresi olursa olsun, umudumla, gülmeyi kimselere yedirmediğim enerjimle ayakta kaldım.
Baktığım pencere ne kadar puslu olursa olsun, gördüğüm manzara ne kadar karamsar olursa olsun ben aydınlığımı yanımda götürdüm..

Araba yoluna devam etti, ben otobüse bindim. Saat gecenin yarısına geliyor, otobüs tıklım tıklım. Elinde çikolatası, elinde birası, elinde çantası, herkes ayrı bir hayatın içinde aynı dünyada yol alıyorduk. 



Foto kaynak:pinterest

Yorumlar

  1. Yine okumalara doyamadığım bir yazı olmuş.. Eline yüreğine sağlık, muazzam ♥

    YanıtlaSil
  2. Google d'en "karabugday" nedir
    Araması yaparak rastladım blogunuza. İyikide yapmışım bu aramayı. Karabuğday dolapta bekliyor ve ben bir kaç
    Gündür sizi okuyorum :) çok güzel bir kaleminiz var ve pek ince duygularınız. Zevkle okuyorum sizi, acaba kendi bloğuma dönsemmi diyerek. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. Çok derin ve güzel bir yazı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim güzel yorumlarınız için.. Tabii ki başlayın tekrar yazmaya.. Yazmak huzur verir, bunun için bile değer ;)

      Sil

Yorum Gönder